28 Aralık 2014 Pazar

Bensiz yürümek istediğin yolun sonunda

Herkesin aklına sonradan birşeyler gelir
-benim de öyle-
Ama sevmek ve ağlamak
Öfkeden önce unutulur mu hiç?
Sürekli bencil arzularınızdan bahsedip
Karşınızdakini düşünmeyin
Ve karşınızdakinin başkasını düşünmesini!
En özel olmak için
Sırtını dönmen gerektiğini düşün
Karşındaki arkasını dönüp uzaklaşınca küfret!
Terkedilme korkusu yaşayıp
Terk etmenin tadına bakmak mı istiyorsun?
Ne var ki giden değil kalan söyler son sözü.
Bensiz yürümek istediğin yolun sonunda
Bekliyor olacağım.
Girdiğinde toprağın altına
Kurtçuklardan önce kemirecek
Bedenini; aşk.
Ve bedenin kaybolduğunda
Sonsuz ve gerçek olacak aşk
Ve orada
Bensiz yürümek istediğin yolun sonunda
Bekliyor olacağım...

Maddi tıp şeytandır!

Bundan yüzyıllar önce yaşamış Güney Amerika yerlileri olan Azteklerin inancına göre yılan; daha önce en güzel melek olan düşmüş bir melekmiş. Eskiden sevgi ve dostluk mesajı veren bu meleğin mesajı artık korku ve yalan olmuş. Onlardan yüzyıllar sonra Mısır mitolojisinde karşımıza çıkan yılan sembolü bir yandan bilgeliği, şifayı ve sıhhati vaad etti bir yandan da kötülüklerin sembolü oldu.
Azteklerin "yalanlar prensi" dediği bu melek günümüze nasıl geldi veya ne kadar değişti de tıp bilimini sembolize ediyor? Tıp bilimi, bununla alakalı olarak ilaç bilimi sevgiye mi yakın korkuya mı? Ilk modern doktor kabul edilen Hipokrat'tan bu yana şifacılık, simyacılık, ilkel dönem yerel tedaviler, endüstriyel ve son olarak post-endüstriyel üretim gibi aşamalara ayırabiliriz tıp bilimini. Post-endüstriyel süreçleri şuan içinde olduğumuz için net gözlemleyemesek de genetik kontrol, zihin ve davranış kontrolü ve biyolojik silah çalışmalarını kapsadığını söyleyebiliriz. Kapitaller için sermaye ve sermaye döngüsüne hakim olmak yetmiyor artık, herşeye egemen olmak istiyorlar düşüncelerimize bile!
Elbette ki bu süreçler kendiliğinden gelişmedi, önce ihtiyacımız olduğuna inandırıldık sonra ihtiyacımıza cevap verdiler.
"Bu tüketim toplumunda insanlar öğrenmeyi, iyileştirmeyi, kendi yolunu bulmayı değil öğretilmeyi, götürülmeyi, sağaltılmayı ya da yön gösterilmeyi isterler. Kişisel işlevler kişiliksiz kurumlara devredilmiştir. İyileşme hastanın görevi olmaktan çıkarılmıştır. Endüstri mallarının her birinin, her insanın özgürce ürettiği pazarlanamayan kullanım değerleri ile rekabet ettiği genellikle gözden kaçar."*
Depresyon ilaçlarından önce insanların biliş/bilinç sağlığıyla oynamak gerekiyordu ve bu konuda ne kadar başarılı olduklarını görebiliyoruz. Tıpkı doğanın üstüne inşa ettikleri yapay cehennemi görebildiğimiz gibi.
İletişim kurmanın en kötü yoluydu semboller/kavramlar ve zaten iletişim kurmamız istenmiyordu. Bilgisi sistematik kavramlar dizini haline getirmek tam da bu ihtiyaçtan doğdu ve yeni çocuğumuz: Bilim. Üstelik sistem karşıtları için bile çok verimli bir toprak: Materyalist bilim. Kültür mantarı yetiştirirlir gibi kültür muhalefet yetiştirilebilir artık. Artık sistem ve anti-sistem bu yoldan yürüyebilir ve kendini legalize edebilir ve artık terör legal!
Salgınlar ve bunun için geliştirilen endüstri, bu endüstrinin sömürdüğü insanlar ve endüstrinin sömürdüğü insanlar için sömürülen insanlar hatta bunların hepsi için sömürülen doğa. Hepsi legal artık.
Terörizmin egemen olduğu yerde ise terörizmi terörize etmek legaldir,
Ve yaşasın terörist deliliğimiz!
* İvan İllich- Sağlığın gaspı

Lou'ya mektuplar- 14

Merhaba Lou,
Garip bir duygu dokunabilecek kadar yakınımdaydın bir hafta önce ve birkaç gün sonra yine o kadar yakınımda olacaksın ama ben yazmayı seçiyorum. Çünkü cesaretim yok gözlerinin perdesinin ardındaki seninle konuşmaya. Ya altından yeni perdeler çıkarsa, ya seni bulmam için daha çok ölmem gerekiyorsa? Öldükten sonra bir şey olmak istesem huzur olmak isterdim. Ben sende huzuru aradım, dostluğu aradım. Bütün Avrupa'yı dolaşan Erasmus'un aradığı gibi varoluşun her karışında aradım. Erasmus ne bulmuş peki biliyor musun?
"Belki bana aldanmış olmak büyük bir dert diyeceksin, asıl aldanmamış olduğunu düşünmen büyük bir dert."
Bilirsin, hayatın bana verdiklerinin tesadüf olmadığını düşünen bir insanım. İnsanlardan da pek bir şey beklemiyorum. Peki ya dostlarım?
Derya gibi gökyüzü gibi sonsuz bir şeydi, dostluktu, aradığım. Ben doğanın boşluğunda savrulmamak için saçlarına tutundum, oturup gamzene bir nefes çektim.
Aşıktım, benim minik Lou'm, hiç yerine her olmak istedim. Bir bu içime oturdu bir de:
"Bir bakardım eğilmiş su içiyor
Gamzelerinden kuşlar."
Şimdi bırakıyorum kendimi boşluğa, ellerimi çekiyorum saçlarından ve elbet başka saçlara dolanır bu eller.
Kendine iyi bak minik tırtılım, zalim biri olma, en çok da kendine karşı.
Bir de arada bir de olsa gökyüzünü ve deryayı hayal et, sadece kendin için bile olsa...

4 Eylül 2014 Perşembe

Saçlarım gibiydi yaşamım da

Kısacık ve sıralandı saçlarım,
Hayatımın sıradan olduğu yıllarda.
Uzadıkça saçlarım,
Anlar da uzadı ve sorunlar da.
Kıvrılmaya başladı;
Çünkü su da zaman da
Laminar akmazdı gerçek hayatta.
Ve dolandı birbirine
Bazen ayırdım karışan yerleri
Bazen - o kadar acı veriyordu ki-
Olduğu gibi bıraktım düğümleri.

Sonra değişmek istediğimde
Saçlarımı değiştirmekten başladım işe.

Ve " bizde kellik yok"
Saçlarım yok olduğunda
Yok olacağım ben de...

Kadıköy- Bostancı yürüyüş notları- 1

İki vakit arasına yerleştirilmiş
Küçücük bir sonsuz.
On beş,
Bilemedin on altılık gülüşüyle
Bitmek tükenmek bilmez bir umutla
Dolunayın üzerine yürüyen,
Salıyı çarşambaya bağlayan gece uyutmayın
Sonra geceyi gündüz edip
Iki gün arasına öylece uzanan
Kıvırcık saçlarının çok olan yarısını
Çarşambaya dolayan,
Diğer yarısını salıya.
Uzandığın yerden doğrulup
Köprücük kemiğime öpücük konduran,
Yüreğimin içini bir madenci gibi oyan
Oyup en ulaşılmaz yerlere giren
Göçük altındaki cesetleri çıkaran,
Ölüleri huzura uğurlayan
Ve canlıları.
Sonra yavaşça öpüp Salıyı
Gözlerini yumduran,
Çarşambayı mis gibi
Hanımeli kokusuna uyandıran,
"Incelik bir gündüzsün sen
Salıyla çarşamba arası."

Sarmaşık

Sonsuz bir kuyunun içinde
Bir sarmaşık kök saldı bir gün.

Kuyunun taşları sevindiler;
Soğuk yalnızlıklarına sarılan
Düşmemek için sımsıkı tutunan
Bu canın gelişine.

Gittikçe büyüyüp gelişti sarmaşık.
Çok şey öğrendi taşlardan,
                                           sudan,
                                                      ışıktan...

Zaman sadece izafi bir kavramdır
Ve taşlar izledi sarmaşığı an be an,
Bir ömür veya bir gün ne fark eder?
Taşların dokusuna işlendi anlar.

Kuyuyu aşacak kadar büyüdü
Ve çıktı kuyudan sarmaşık.
Taşlar nem kokulu bir yasa büründü,
Öldüğünü söylediler sarmaşığın.

Var oluş da bir sanrıydı yok oluş gibi.
Bir ucu toprakta,
Ve içinde dolaşan şuydu
Ve taşlar sonsuza kadar oradaydı
Ve sarmaşık ışığa kavuştu...

13 Temmuz 2014 Pazar

Çaldığımız ateş

Yer ile göğ birdi aslında
Ne zaman ben dikildim
Iki ayağımın üstüne,
Ayağımın dibinden başımın tepesine
O sonsuz bilgelikte
Esmer ve sarışın delikler açtım.

Göğ bir meyve gibi
Olgun, yumuşak toprağı
Ve havayı çürüttüm.

Boyum uzadı
Yerin dibinde ve göğün üstündeyim artık
Ama bilgeliğim kısaldı gittikçe.

Ve artık bilinç;
İnebildiğim derinliğin altındaki magma
Çıkabildiğim yüksekliğin üstündeki yıldız.

Benim ateşimse
Bu sonsuz ateşten çalınmış
Sahte bir bilgelik.

Keşke

Daha iyi olabilirsin
Daha ve daha...
Öldürmekte ve tüketmekte
Daha aç gözlü olmalısın mesela!

Beynin var ve
Yüzde daha çoğunu kullanmalısın.
Doğan sadece çükünün doğrultusunda
Onu da beyninle yapsan keşke!

Boşaltmasan o beyaz
Ve yapışman zehrini
O şeffaf, hava gibi saf ve akışkan
Duygularımın üstüne.

Gülmen, ağlaman bile
Olması gerektiği gibi.
Olması gerektiği gibi
Olmasan keşke.

22 Haziran 2014 Pazar

Ana- Oğul- Kutsal ruh

İsa'yla Meryem yol alırken bulutların üstüne doğru, Meryem bir sigara yaktı. İsa dilini bakire annesinin kadınlığında dolandırırken Meryem zevkten inliyor, gözbebeği alnına doğru yol alıyordu. İsa annesine zevk vermekten çok mutluydu.
Meryem sordu:
- Baba nerede oğluşum?
- Baba öldü, ben öldürdüm, anne sadece benim.
- Anneye böyle yapılmaz ama anne sikilir mi?
- Anneyi istiyorum, seviyorum onu.
- Tamam oğluşum, yala anneyi! Anne senin em onu.
- Annem...
- Oğlum, İsa'm, bakire amımın verimli meyvesi.
Meryem aldığı zevkten, İsa'ysa verdiği zevkten dört köşe olmuşlardı. İsa orta parmağını Meryem'in erkeklerden -en çok da kendi erkeğinden- intikam almak için kullandığı götüne yöneltiyor. Meryem'in tedirgin barsak kasları zorlasa da teslim ediyor kendini oğluna. Bütün bedenini ve ruhunu...
Tarihin yeniden adlandırıldığı, zaman diliminde yeni bir yarık açıldığı bir dönemdi. Bu olay olurkensonsuzu ikiye böldü, bakire Meryem'in organını ikiye yarıp da gün yüzüne çıkan İsa'nın doğumu, İsa'dan önce ve İsa'dan sonra diye.
İsa birçok insan için sadece takvimden veya kutsal kitaplardan fışkıran bir figür olabilir ama benim için o kadar basit değil. Çünkü ben oradaydım. Bu konuşmalar olurken kalbim beni de ikiye ayıracaktı solum biraz daha az olacak biçimde. Çünkü ruhun insanın neresinde olduğunu arayan Doktor Faust, ruhun nerede olduğunu bulamasa da, söylemişti bana kalbin sola daha yakın olduğunu. Oidipus nasıl yaptı bu işi görmedim ama İsa'nın babasını öldürüşünü gördüm ve annesini bağladığı çarmıhta zevkten nasıl uçurduğunu. Hayır, zorla yapmadı bunu İsa. Belki de sadece kaderi gereği öleceği yerde öldürdü babasını. Annesi hiç üzülmemişti buna. Kadınlığı -zevkten ıslanmamıştı hiç- kuruyordu her geçen gün. Ortadoğu halkları kuraklığın ne demek olduğunu iyi bilir ve çamurdan yaratıldığını da.
Bir bakıma yaratılışı kuruyordu Meryem'in, bütün ilahlar çekiliyordu topraktan çekilen su gibi. Ve İsa peygamberdi, Meryem'in zevk suyuyla çamur kıvamına gelen organında yarattılar kendilerini, ilahlar. Kaç kişiye Tanrı armağan etti bilmem ama Meryem'in bir Tanrı'sı vardı artık.
Sonra çekti gitti İsa, belki başkalarına da Tanrı hediye etmek için belki de kendi Tanrı'sını aramak için, bir kaç adamın peşinden.
Aradan kaç yıl geçti bilmiyorum ama bu olayın olduğu yerde gerildiği çarmıhta işkence edilirken gördüm İsa'yı. Son sözlerini duymak istemedi kimse veya istedikleri gibi duydular; babasına yalvardığını, Meryem'le yaşadıkları için af dilediğini söylediler. Ben oradaydım işte, bunların hiçbiri değildi söylediği. Bir şiir okumuştu, bilinmeyen zamanlara ait. Ondan önce defalarca okunmuştu ve ondan sonra da okunacaktı...

Ve Tanrı,
Yok ettiğinde cehennemi;
Hepiniz yalvardınız köpek gibi
Elbirliğiyle kurulsun diye.
Kendi cehennemimizden kurtulmak için
Defalarca yaktınız o ateşi...

Karanlık odanın

Bir çocuğun ya da hayvanın
Kaygılarından daha fazlasını
Güttüğüm için
Huzursuzluğumun içinde boğuluyorum.

Kendi başıma hayatta kalmanın
Yolunu bilmiyorum, öğrenmek için
Karanlık odama gömüyorum kendimi.
Odamın kapısını ellerimle kapatıyorum.

Ya nefessizlikten öleceğim
Bu suni mezarda
Ya da hayatta kalmayı öğreneceğim
Suni dünyanızda...

1 Haziran 2014 Pazar

Kapıdayım

Bir parça etin kapısına dayanan
                                                   cinsel organlar,
Koca koca ideolojilerin kapısına dayanan
                                                                   cinsel beyinler,
Ölümün ve deliliğin kapısına dayanan
                                                              ruhum...

Kimse yok mu orada?
Tanıdık bir melodiyle çalıyorum kapıyı.

Açın kapıyı benim,
Biliyorum delilik de ölüm de yok
Bu kapıyı geçtikten sonra.

Açın kapıyı benim.
Biraz su, biraz mineral
Ve etrafını saran deri.

Açın kapıyı benim!

25 Mayıs 2014 Pazar

Neyse ki

Makyaj malzemeleri: Çirkinsin
Topuklu ayakkabı: Kısasın
Öğretmen: Aptalsın
Polis: Suçlusun
Kadın: Erkeksin
Erkek: Kadınsın
Savaş: Hiç olmadı
Dudakların: Dilim
Saçların: Dalgalı

Bakmak, görmek, bilmek
acı veriyor.
Canlılar, hareket eden eşyalar
acı veriyor.
Neyse ki ölüm dolduruyor
Hayatın boşalttıklarını.

Ben söylemem

Buzun yaktığını bilmeyenler var.
Buz mavisi gözlerinin nasıl
Güneşten kopmuş bir parça gibi
Dokunduğu yeri erittiğini
Ben hiç kimseye söylemem merak etme.

Soğuğun deriyi pul pul yaptığını
Soluk yüzlü bir tanrıça gibi
Yeryüzünün en el deymemiş yerinde yaşadığını
Kendini ve yaşamı nasıl yeniden var ettiğini
Ben hiç kimseye söylemem.

Günahlarının yanaklarına düşmüş izlerini
Onları kendi günahlarıma sakladığımı
Kimsenin böyle güzel günahları
Ve çilleri olmadığını
Söylemem ben kimseye.

Sevmeyi ve sevişmeyi bilmediğini
Yayından boşalan bir ok gibi
Havayı nasıl yırttığını
Havayı yırtarken o ok gibi titrediğini
Ben kimseye söylemem.

Yabani hayvanların öfke ve sevgi dolu olduklarını
İnsanların bunların içine pamuk doldurduğunu
Senin yabani bir kedi olduğunu
Ben söylemem,
                          sana bile...

"An"

Her "an" ölen insan
Neden korkar "an"ın kaybolmasından?
Zamandan sıyrılmak
                                 ölümle gelecekse
Ve asıl ölüm
                     zamanın var olmasıysa
Neden korkar toprak olmaktan?

26 Nisan 2014 Cumartesi

Boş ve dolu

Bir boş
Ve bir dolu.

Bir ölü
Ve bir can.

Sigaramı ızgaraya fırlattım,
Dolu yerden sekti, boşluğa düştü.

Bedenimi dünyaya fırlattılar
Canın içinden geçti, ölüye düştü.

Martılar çok üşüyor

Sıkılmayacağım bir yer arıyorum.
Bu yüzden dolaşıyorum sık sık,
Bir yerde oturamıyorum sürekli.

Huzur bulacağım bir insan arıyorum.
Bu yüzden tanışıyorum sık sık,
Misafir oluyorum, sonra gidiyorum.

Altına dönüşecek sanıyorum, gözyaşlarım
Ve gülmeyen dudaklarım eşsiz bir tabloya.
Ikisi de olmuyor ikisi de anlamsız.

Biniyorum vapura gözyaşlarım kuruyor
Ve bilmediğim bir ifadede donuyor yüzüm.
Kalktığı yere geri dönüyor vapur.

Beni bırakın da
Yerküre ısınsın bir an önce
Martılar çok üşüyor...

22 Nisan 2014 Salı

Nasıl yazmazdım?

Tam bir şair gibisin dedi
Sikine düşkün ve
Yazmak için melankoli yaratan
Ama şiirlerinde bundan hiç bahsetmeyen.

Kalemim kırıldı o an.
Ağaçlar kağıt olmadı bir daha
Şiire olan inancımı kaybettim,
Bana ait bir gerçeği öğrendiğimde.

Gerçeği mi değiştirdim?
Şiirleri yahut kendimi mi?
Bilmiyorum ama öğrendim ki
Gerçeğe de bir değer biçilebiliyormuş.

Sırf bana bunu öğrettiği için
Aşık olabilirdim bu kadına.
Sırf güldüğünde gamzesini görmek için
Yazmaktan vazgeçebilirdim.

Fakat şiir olmaktan vazgeçip
Asil yalnızlığına gömülen bu kadına
Nasıl bir şiir yazmazdım?

30 Ocak 2014 Perşembe

Çığlıklar yükseliyor karşı daireden
Ruhları acı çekiyor olmalı.

Onları duymayalım diye konuşuyoruz,
Şükrediyoruz içimizde düğümlenen çığlıklarımıza...

Korkuyoruz zayıf olmaktan,
Güçlü görünmeye çalışıyoruz.

Doğa...
O affetmiyor bizi,
İzin vermiyor sağırlığımıza.

Deli gibi esiyor rüzgar,
Çığlıkları bize duyurmak için.

Çığlık mı esiyor rüzgar mı?
Bilmiyoruz, bu konuda hiç konuşmuyoruz.

Çığlıklardan en uzak odalarda
Ölü gibi yatıyoruz,
Ve ölemeden uyanıyoruz tekrar...

Kör bir bıçak gibi, vicdan
Ölümümüze bile sebep olmuyor...

BİLMEDEN

İnsan en çok kendinden sıkılır.
gider ona,   
               buna
                       ve şuna
anlatırsın derdini.

Karşındakiler değişse de 
değişmez hikayen.

Gülüşünü görmeden
dudağını ıslatan da vardır.

Defalarca gülüşünü görüp
gözyaşlarını görmeyen de...

                                                       Güneşten bir ok fırladı,
                                                       Evin her yanına saplandı...